“Kutsal” Aile ve “İdeal” Kadın: Türkiye’de Muhafazakarlık (2005/2006) Araştırmasına Göre Toplumun Aile ve Kadına Yönelik Görüşleri ve Tutumları
Bu bildiride, 2005 sonunda tamamlanan ”Türkiye’de Muhafazakarlık” araştırmamızın bulguları temelinde, Türk halkının aile ve kadın konularına bakışlarını inceleyeceğiz.
Türkiye’de bir muhafazakar anaakımdan sözedilecekse, bunun merkezinde aile, onun da çekirdeğinde “eşit, hamarat ve namuslu” olması beklenen kadın var. Bu araştırmaya başlarken biz muhafazakarlığın köklerinde “devlet”i bulmak üzere yola çıkmıştık, ama “aile”yi bulduk. Başlangıçta, Türkiye’de bugün üniversitelerde, siyaset dünyasında ve medyada esen rüzgarların da tesiriyle; Ermeni Konferansı, Orhan Pamuk Vakası, Şemdinli Davası, Kurtlar Vadisi Fenomeni, Çuval Olayı ve AB’nin mutad rencide edici ve gönül kırıcı tavırlarına gösterilen tepkilerden etkilenerek, Türkiye’deki muhafazakarlığın orta yerinde devleti ve onu sarmalayan bir ideoloji olarak da seküler ya da dinsel yeni milliyetçilikleri bulacağımızı sanıyorduk. Oysa, derine indikçe, görüntülerin ötesine geçtikçe, ailenin, din, devlet ve millet gibi rakip kurumlara açık ara fark atarak, korunması en çok istenen, gelenekleri doğuran ve geleneklerin uygulandığı ana kurum olarak belirdiğine şahit olduk.
Ailenin Türk muhafazakarlığındaki merkezi yeri, hem kadının konumu, hem cinsellik, hem de Batı’nın muhtemel kötü etkileri ile ilgili sorulara verilen cevaplarda da ortaya çıkıyor. Kadının erkekle kamusal alandaki eşitliği büyük onay görürken, ev içerisinde eşitsiz bir konuma razı olması, “sadık eş-iyi anne” rolünü oynaması talep ediliyor. Ailenin korunması, büyük ölçüde kadının bu “hamarat ve namuslu” konumunda kalmasına bağlanıyor. Keza, rahatsız olunan cinsel yaşantı biçimlerinin başında da, hem aile kurumunu, hem de kadın ve erkeğin aile içerisinde tanımlanan “normal” ve “mazbut” cinsel varoluşlarını tehdit ettiği düşünülen yaşantılar geliyor: homoseksüellik, evlenmeden birarada yaşama, bara-diskoteğe gitme, kadınların açık giyinmesi, erkeklerin küpe takması gibi. Batı ve AB ile yakınlaşma da, aile kurumunu, kabul edilen kadın-erkek ve büyük-küçük ilişkilerini bozabilecek etkiler doğurabilecek bir tehdit odağı olarak görüldüğü ölçüde istenmiyor. Nitekim, AB’yle daha yakın ilişkiler kurmanın muhtemel negatif etkilerinin başında ulusal bağımsızlığımızın kaybedilmesi kaygısından çok, “gençlerimizin ahlakının bozulması” ve “aile yapımızın bozulması” geliyor.
|